Türk Borçlar KanunuTBK Madde 19: Sözleşmelerin Yorumu ve Muvazaalı İşlemler

14 Eylül 2025

Türk Borçlar Kanunu Madde 19

Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.

Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz.

Giriş

Türk Borçlar Kanunu (“TBK”) 6098 sayılı kanun olup 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun 19. maddesi, sözleşmelerin yorumunda tarafların kullandıkları kelimelerin ötesine geçerek gerçek ve ortak iradeye ulaşmayı amaçlar. Ayrıca, muvazaalı işlemlerle ilgili önemli bir sınırlama getirerek, üçüncü kişilerin korunmasını öngörür.

Bu hüküm, özel hukuk ilişkilerinde sözleşme özgürlüğü ilkesini tamamlayıcı nitelikte olup, sözleşmenin şekil ve lafzına değil, tarafların esas iradesine odaklanır. Böylece, hem borç ilişkilerinde güven hem de hukuki istikrar sağlanır.

Makalenin ilerleyen bölümlerinde madde 19’un hukuki niteliği, unsurları, özellikleri, tarafların hak ve borçları, sona erme ve istisnaları, ve son olarak Yargıtay uygulaması çerçevesinde değerlendirilecektir.

Hukuki Nitelik

TBK m. 19, emredici nitelikte bir düzenlemedir. Taraflar sözleşmenin türünü veya içeriğini belirlerken istedikleri ifadeleri kullanabilir; ancak hâkim, lafza değil, iradeye değer verir.

Maddenin ikinci fıkrası ise daha çok üçüncü kişilerin korunmasına ilişkindir. Buna göre, borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacak hakkı kazanan üçüncü kişiye karşı muvazaa iddiasında bulunamaz. Bu kural, ticari ve hukuki ilişkilerde güven unsurunu güçlendirir.

Unsurlar

Maddenin iki temel unsuru vardır:

  1. Gerçek ve ortak irade:

    • Tarafların kullandıkları ifadeler veya sözleşme başlığına bakılmaksızın, asıl amaçlarının araştırılması gerekir.

    • Örneğin, “bağış” adı altında yapılan bir işlem aslında “satış” niteliğinde olabilir.

  2. Üçüncü kişilerin korunması:

    • Yazılı bir borç ikrarına güvenerek alacak hakkı kazanan kişi, borçlunun muvazaa iddiası ile karşılaşamaz.

    • Bu unsur, özellikle ticari hayatın hızlı akışında güveni tesis etmeye yöneliktir.

Özellikler

  • Objektif yorum ilkesi: Kanun, lafzın değil, iradenin esas alınacağını açıkça belirtir.
  • Muvazaa yasağı: Borçlu, üçüncü kişilere karşı muvazaa iddiasında bulunamaz.
  • Tamamlayıcı rol: TBK m. 19, TBK m. 26 (sözleşme özgürlüğü) ve m. 27 (kesin hükümsüzlük) ile birlikte yorumlanır.
  • Hâkimin takdir yetkisi: Hâkim, sözleşmenin türünü belirlerken tarafların beyanlarını değil, fiili iradelerini esas alır.

Tarafların Hak ve Borçları

  1. Tarafların yükümlülükleri:

    • Taraflar, sözleşme düzenlerken gerçek iradelerini saklamamak ve dürüst davranmak zorundadır.

    • Muvazaalı işlemler yoluyla üçüncü kişileri zarara uğratmaları hâlinde hukuki sorumluluk doğar.

  2. Üçüncü kişilerin hakları:

    • Yazılı borç ikrarına dayanarak alacak hakkı kazanan üçüncü kişi korunur.

    • Borçlunun muvazaa iddiası, üçüncü kişinin kazanımlarını ortadan kaldıramaz.

  3. Hukuki koruma mekanizması:

    • Bu düzenleme, hem tarafların kendi aralarındaki ilişkilerde hem de üçüncü kişilerin korunmasında hukuki güvenliği sağlar.

Sona Erme / İstisnalar

TBK m. 19’da öngörülen düzenleme, doğrudan sona erme mekanizması içermemekle birlikte bazı istisnalar söz konusudur:

  • Üçüncü kişinin kötü niyeti: Eğer üçüncü kişi, muvazaa durumunu biliyor veya bilebilecek durumdaysa, korunmaz.

  • Kesin hükümsüzlük halleri: Sözleşmenin konusu hukuka veya ahlaka aykırı ise (TBK m. 27), tarafların gerçek iradesi araştırılsa dahi işlem geçersizdir.

  • Şekil şartı gerektiren sözleşmeler: Örneğin taşınmaz satışı gibi resmi şekil şartına bağlı sözleşmelerde, sadece taraf iradesi değil, kanuni şekil de belirleyicidir.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/21327 E., 2016/10764 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki muvazaa nedeniyle iptal davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı mahkemenin görevsizliği nedeniyle reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacı vekili, davalı eş …’in aleyhine açılan alacak davası sonucu hükmedilmesi muhtemel alacağının tahsiline engel olmak amacıyla adına kayıtlı taşınmazı 20.9.2013 tarihinde davalı …’a sattığını, satış işleminin muvazaalı olduğunu belirterek iptali ile tapu kaydının davalı … adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili, eksik harcın 49.000 TL üzerinden tamamlanması gerektiğini, davacının davalı eşten alacağı bulunmadığını, dava konusu taşınmazın davalı … tarafından 19.1.2010 tarihinde babasından alındığını ve borca mahsuben davalı …’a satıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece iddia, savunma, toplanan delillere göre davanın edinilmiş mallara katılma rejimi nedeniyle tasarrufun iptali istemine ilişkin olduğu, davacının iddiasının katkı payı alacağına ilişkin olması nedeniyle Aile Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın dava şartı yokluğundan reddine, mahkemenin görevsizliğine, süresi içinde talep edilmesi halinde dosyanın yetkili ve görevli Düzce Nöbetçi Aile Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava TBK’nun19 maddesi gereğince muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal istemine ilişkindir.
Bir dava da öne sürülen maddi olguların hukuki nitelendirilmesini yapmak, uygulanacak yasa maddelerini bulmak ve uygulamak hakimin doğrudan görevidir. (HMK’nun madde 33)Somut olayda dava dilekçesindeki ileri sürüş
biçimine göre dava hukuksal nitelikçe Türk Borçlar Kanununun 19.maddesinin özüne ve sözüne uygun muvazaa nedeniyle iptal istemine ilişkindir. Kural olarak 3.kişiler, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir. Çünkü danışıklı bir hukuki işlem ile 3.kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak 3.kişinin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan alacaklı olması ve danışıklı işlemin alacağının ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekir.
Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya haciz ve satış isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.
TBK’nun19.maddesi gereğince açılan davada uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp çözümlenmesi gerekmektedir.
Somut olayda mahkemece davanın katkı payı alacağına ilişkin olduğu belirlenmiş ise de mahkemenin bu nitelendirmesine katılma olanağı bulunmamaktadır. Davacı ile davalı … halen evli olup davacı, dava konusu taşınmazın onarım ve bakımı için eşine verdiği 25.000 Euronun tahsili için koca aleyhine açtığı 2013/283 Esas sayılı tazminat davası sonucu hükmedilmesi muhtemel alacağın tahsilini engellemek amacıyla muvazaalı devir yapıldığını ileri sürerek satışın iptalini talep ettiği gibi taşınmazın alımı konusunda katkısından da bahsetmemektedir. Bu durumda mahkemece TBK’nun19 maddesi gereğince açılan davada uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp çözümlenmesi gerektiğinden davanın esasına girilerek Mahkemece davacı tarafından davalı … aleyhine açılan Düzce 2.Aile Mahkemesinin 2013/283 Esas (görevsizlikle Düzce 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/157 Esas numarasını almıştır) sayılı dava dosyasının sonucu beklenerek davacının alacağın kesinleşmesi halinde mevcut delillerin TBK‘nun 19.maddesi gereğince değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken görevsizlik kararı verilmesi isabetli görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 22.11.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Olayın Özeti

Davacı, davalı eşine karşı açtığı alacak davasında lehine hükmedilecek muhtemel alacağın tahsilini engellemek amacıyla, eşinin taşınmazını üçüncü kişiye muvazaalı şekilde devrettiğini ileri sürmüştür. Bu nedenle, söz konusu satışın iptali ve tapunun davalı adına tescilini talep etmiştir. Davalılar ise, satışın gerçek bir borca karşılık yapıldığını, davacının iddialarının dayanaksız olduğunu savunmuştur. İlk derece mahkemesi davayı, “katkı payı alacağı” iddiasına dayalı olarak Aile Mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddetmiştir.

Hukuki Sorun

Uyuşmazlığın temelinde şu soru yer almaktadır:
Davacının muvazaalı işlem iddiasına dayalı iptal davası, edinilmiş mallara katılma rejimi kapsamında katkı payı alacağı olarak mı nitelendirilmeli, yoksa Türk Borçlar Kanunu’nun 19. maddesi anlamında “muvazaa nedeniyle iptal” davası olarak mı görülmelidir?

Yargıtay’ın Gerekçesi

Yargıtay, öncelikle HMK m. 33 uyarınca davanın hukuki nitelendirmesini yapmanın hakimin görevi olduğunu vurgulamıştır. Somut olayda davacının ileri sürdüğü husus, katkı payı alacağı değil; TBK m. 19’da düzenlenen muvazaa hükümlerine dayalı bir iptal iddiasıdır.

  • Muvazaa kavramı: Üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla yapılan danışıklı işlemler, haksız fiil niteliği taşır ve zarar gören üçüncü kişiler bu işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilir.

  • Davacının alacağının mevcut olup olmadığı kesinleştiğinde, İİK m. 283/1 kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek kalmaksızın haciz ve satış isteme imkânı doğacaktır.

  • Bu nedenle, davanın Aile Mahkemesi değil, Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından görülmesi gerekir. İlk derece mahkemesinin görevsizlik kararı hukuka uygun bulunmamıştır.

Kararın Önemi

Bu karar, muvazaa nedeniyle iptal davaları ile katkı payı alacağına dayalı taleplerin ayrımını açıkça ortaya koymaktadır. Uygulamada sıklıkla aile hukuku ile borçlar hukuku kavramlarının iç içe geçtiği durumlarda, Yargıtay bu ayrımı yaparak davanın hangi mahkemede görüleceğini belirlemiştir.

  • İçtihat değeri bakımından, üçüncü kişilerin alacaklarını güvence altına almak için muvazaa hükümlerine dayalı olarak açtıkları davalarda görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğuna işaret etmektedir.

  • Ayrıca, Yargıtay bu kararıyla, hakimin hukuki nitelendirme görevini hatırlatarak, tarafların iddialarına verilen hukuki niteliklerin mahkemece bağımsızca belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Kararın Değerlendirmesi

Karar, TBK m. 19’un uygulama alanını göstermesi açısından önemlidir. Somut olayda Yargıtay, muvazaanın varlığını ileri süren üçüncü kişilerin dava hakkını teyit etmiş, bu tür davaların aile hukukuna değil, borçlar hukuku çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

Akademik açıdan bakıldığında karar, iki önemli sonucu doğurur:

  1. Görevli mahkemenin belirlenmesi: Muvazaa iddiası, aile hukukundan bağımsız olarak Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görev alanına girer.

  2. Üçüncü kişilerin korunması: Alacaklıların, borçlunun malvarlığını danışıklı işlemlerle azaltmasına karşı hukuki korunması sağlanır.

Dolayısıyla karar, hem alacaklının korunması ilkesi hem de hukuki işlemlerin gerçek iradeye uygunluğu bakımından içtihat değeri taşımaktadır.

Sonuç ve Değerlendirme

TBK m. 19, Türk sözleşme hukukunun temel taşlarından biridir. Düzenleme, sözleşmelerin yorumunda tarafların lafza takılmadan gerçek iradelerine ulaşılmasını sağlamakta, aynı zamanda yazılı borç tanımasına güvenen üçüncü kişilerin korunması yoluyla hukuki güvenliği güçlendirmektedir.

Bu madde sayesinde, muvazaa yoluyla hem taraflar arasındaki hem de üçüncü kişilerle olan ilişkilerde haksız kazanç elde edilmesi engellenir. Hukuk uygulayıcıları, özellikle hâkimler ve avukatlar, maddeyi yorumlarken sözleşmenin başlığına veya şekline değil, tarafların gerçek iradesine odaklanmalıdır.

Sonuç olarak, TBK m. 19 hem adaletin tesisi hem de ticari güvenin sağlanması açısından kritik bir rol üstlenmektedir.

author avatar
Kübra YILDIZ ÇOLAK