Türk Medeni KanunuTMK Madde 406: Savurganlık ve Bağımlılıkta Kısıtlama

6 Aralık 2025

TMK Madde 406 Madde Metni

 

TMK Madde 406

Savurganlığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetmesi sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan ve bu yüzden devamlı korunmaya ve bakıma muhtaç olan ya da başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin kısıtlanır.

Giriş

Vesayet hukuku, bireylerin hukuki işlem ehliyetlerinin, kendilerini veya ailelerini koruma amacıyla sınırlandırıldığı istisnai bir alanı düzenler. Bu kurumun temel felsefesi, kişiyi cezalandırmak değil, aksine onun şahsi ve malvarlıksal menfaatlerini potansiyel tehlikelere karşı bir koruma kalkanı altına almaktır. Türk Medeni Kanunu (TMK), vesayeti gerektiren halleri sınırlı sayıda (numerus clausus) ilkesine göre belirlemiştir. Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı gibi iradeyi doğrudan etkileyen sebeplerin yanı sıra, kanun koyucu, kişinin iradesi yerinde olmakla birlikte, sergilediği davranış kalıpları nedeniyle kendisini veya ailesini ciddi bir yoksulluk tehlikesine maruz bıraktığı durumlar için de özel bir kısıtlama rejimi öngörmüştür. TMK’nın 406. maddesi, bu rejimin temelini oluşturur ve “savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetme” gibi davranışsal sebeplere dayalı kısıtlamayı düzenler.

TMK m. 406, TMK m. 405’te düzenlenen akıl hastalığı halinden temel bir noktada ayrılır. Burada kısıtlanması istenen kişinin ayırt etme gücü kural olarak mevcuttur; yani kişi yaptığı eylemlerin anlam ve sonuçlarını idrak edebilmektedir. Ancak sorun, bu idrake rağmen, yerleşik hale gelmiş olumsuz davranış kalıpları nedeniyle malvarlığını rasyonel bir şekilde yönetememesi ve bu durumun kendisi veya ailesi için ciddi bir tehdit oluşturmasıdır. Bu yönüyle TMK Madde 406, bireyin anayasal güvence altındaki ekonomik özgürlüğüne ve özel hayatına en derin müdahalelerden birini teşkil eder. Bu nedenle, maddede sayılan sebeplerin varlığı son derece dar yorumlanmalı ve kısıtlama kararı, son çare (ultima ratio) olarak başvurulacak bir tedbir olarak görülmelidir. Bu makale, TMK Madde 406’da düzenlenen dört kısıtlama sebebini ayrı ayrı analiz edecek, bu sebeplerin varlığının ispatı için aranan koşulları, yargılama sürecindeki usuli güvenceleri ve bu kurumun temel hak ve özgürlükler karşısındaki konumunu doktrin ve Yargıtay uygulamaları ışığında derinlemesine inceleyecektir.

TMK Madde 406 Kendisini veya Ailesini Darlık veya Yoksulluğa Düşürme Tehlikesi

TMK Madde 406, maddede sayılan dört davranışsal sebepten birinin varlığını kısıtlama için tek başına yeterli görmez. Kanun koyucu, bu davranışların belirli bir ağırlığa ve sonuca ulaşmasını aramıştır. Bu ortak ve zorunlu sonuç şartı, kişinin eylemleri nedeniyle “kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açması ve bu yüzden sürekli korunmaya ve bakıma muhtaç olması ya da başkalarının güvenliğini tehdit etmesi”dir. Bu şart, kısıtlama kararının objektif temelini oluşturur ve hâkimin keyfi değerlendirmeler yapmasını önler.

  • Darlık veya Yoksulluk Tehlikesi: Bu kavram, somut ve ciddi bir mali çöküş riskini ifade eder. Kişinin sadece kötü harcamalar yapması veya lüks bir yaşam sürmesi yeterli değildir. Bu harcamaların, kişinin mali gücünü aşan, malvarlığının ana sermayesini eriten ve gelecekte temel yaşam ihtiyaçlarını (barınma, beslenme, sağlık vb.) karşılayamayacak bir duruma gelme riskini doğurması gerekir. Tehlikenin “yakın” ve “ciddi” olması aranır. Aile kavramı ise, kişinin bakmakla yükümlü olduğu eşi ve altsoyunu kapsar.
  • Sürekli Korunmaya ve Bakıma Muhtaç Olma: Bu şart, genellikle darlık ve yoksulluk tehlikesinin bir sonucudur. Kişinin malvarlığını tüketmesi sonucu, başkalarının (genellikle devletin sosyal yardımlarının) bakımına muhtaç hale gelme olasılığını ifade eder.
  • Başkalarının Güvenliğini Tehdit Etme: Bu şart, özellikle alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı hallerinde gündeme gelir. Kişinin bağımlılığının etkisiyle saldırganlaşması, trafik güvenliğini tehlikeye atması veya çevresine zarar verici eylemlerde bulunması gibi durumları kapsar.

Hâkim, bu genel şartın varlığını değerlendirirken, kişinin mali durumunu, gelirini, malvarlığının büyüklüğünü, sosyal statüsünü ve yaşam standartlarını bir bütün olarak göz önünde bulundurmalıdır. Milyonlarca liralık serveti olan bir kişinin yaptığı yüz bin liralık mantıksız bir harcama savurganlık sayılmazken, asgari ücretle geçinen bir kişinin sürekli olarak borçlanarak lüks tüketime yönelmesi bu kapsamda değerlendirilebilir.

TMK Madde 406’da Sayılan Özel Kısıtlama Sebepleri

Savurganlık (İsraf)

Savurganlık, kişinin mali gücünü ve makul ihtiyaçlarını aşan, anlamsız, amaçsız ve sürekli bir harcama alışkanlığına sahip olmasıdır. Savurganlığın varlığı için şu unsurların bir arada bulunması gerekir:

  • Süreklilik: Tek bir kötü harcama veya anlık bir hevesle yapılan büyük bir alışveriş savurganlık değildir. Harcama eğiliminin bir davranış kalıbı, bir yaşam biçimi haline gelmiş olması gerekir.
  • Amaçsızlık ve Anlamsızlık: Yapılan harcamanın, kişinin yaşam standardı, sosyal konumu ve mali olanakları ile açık bir orantısızlık içinde olması gerekir. Örneğin, gelirinin tamamını şans oyunlarına yatırmak, sürekli olarak ihtiyacı olmayan lüks eşyalar almak, makul bir sebep olmaksızın malvarlığını bağışlamak gibi eylemler bu kapsama girer.
  • Objektif Ölçüt: Değerlendirme, kişinin kendi sübjektif değer yargılarına göre değil, toplumdaki genel, makul ve basiretli bir insanın davranış ölçütlerine göre yapılır. Cömertlik ile savurganlık arasındaki ince çizgi, bu objektif ölçüte göre belirlenir.

Alkol veya Uyuşturucu Madde Bağımlılığı

Bu kısıtlama sebebinin uygulanabilmesi için kişinin alkol veya uyuşturucu maddeyi ara sıra kullanması yeterli değildir; “bağımlılık” düzeyinde bir kullanımın varlığı şarttır. Bağımlılık, kişinin madde kullanımı üzerinde irade kontrolünü kaybetmesi ve maddenin hayatının merkezine yerleşmesi durumunu ifade eden tıbbi bir tanıdır.

  • Tıbbi Rapor Zorunluluğu: Bağımlılığın varlığı, mutlaka Adli Tıp Kurumu veya tam teşekküllü bir hastaneden alınacak resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmelidir. Bu rapor, kişinin bağımlılık düzeyini ve bu bağımlılığın irade ve davranışları üzerindeki etkisini açıkça ortaya koymalıdır.
  • Nedensellik Bağı: Kısıtlama kararı için sadece bağımlılık teşhisi yeterli değildir. Bu bağımlılığın, yazının başında açıklanan genel şarta, yani kişiyi veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açtığının veya başkalarının güvenliğini tehdit ettiğinin somut delillerle ispatlanması gerekir. Örneğin, bağımlılığı nedeniyle sürekli işini kaybeden, tedavi için tüm malvarlığını harcayan veya madde temini için suç işleyen bir kişinin durumu bu kapsamdadır.

Kötü Yaşama Tarzı

Bu kavram, maddede sayılan en soyut ve en tartışmalı kısıtlama sebebidir. “Kötü yaşama tarzı”, toplumun genel ahlak ve edep anlayışına aykırı, süreklilik arz eden ve kişinin saygınlığını, onurunu zedeleyen davranış kalıplarını ifade eder. Yargıtay kararlarında bu kavrama örnek olarak, kumar alışkanlığı, hayat kadını veya jigolo olarak çalışma, sürekli olarak şaibeli ve suç teşkil eden çevrelerde bulunma gibi durumlar gösterilmiştir.

  • Dar Yorum İlkesi: Bu sebep, kişilerin yaşam tarzlarına ve özel hayatlarına doğrudan bir müdahale niteliği taşıdığından, son derece dar yorumlanmalıdır. Hâkim, kendi ahlaki veya sosyal değer yargılarına göre değil, toplumda genel kabul görmüş objektif ahlak kurallarına göre bir değerlendirme yapmalıdır. Kişinin sadece toplumun genelinden farklı bir yaşam tarzı benimsemiş olması, bu madde kapsamında bir kısıtlama sebebi sayılamaz.
  • Mali Sonuç Şartı: Tıpkı diğer sebepler gibi, “kötü yaşama tarzı”nın da kişinin kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açması zorunludur. Örneğin, tüm gelirini ve malvarlığını kumarda kaybeden bir kişinin durumu bu kapsama girerken, sadece ahlaken onaylanmayan bir yaşam süren ancak mali durumunu idare edebilen bir kişi için bu madde uygulanamaz.

Malvarlığını Kötü Yönetme

Malvarlığını kötü yönetme, kişinin savurganlık düzeyine varmasa da, ciddi ihmal, tecrübesizlik, basiretsizlik veya akıl dışı yatırımlar nedeniyle malvarlığını sürekli olarak tehlikeye atması durumudur.

  • Süreklilik ve Ağırlık: Tek bir başarısız ticari girişim veya hatalı bir yatırım bu kapsamda değildir. Kötü yönetimin, kişinin genel bir yönetim aczi içinde olduğunu gösteren, sürekli ve ağır nitelikte olması gerekir. Örneğin, sürekli olarak aşırı riskli ve spekülatif yatırımlar yaparak sermayesini eritmesi, borçlarını ödemeyerek malvarlığının haczedilmesine sebep olması, sahip olduğu gayrimenkullerin bakımıyla hiç ilgilenmeyerek çürümesine yol açması gibi durumlar kötü yönetime örnek teşkil edebilir.
  • Tecrübesizlik: Bu durum, özellikle kendisine aniden büyük bir miras kalan veya piyango kazanan, ancak bu serveti yönetecek bilgi ve deneyime sahip olmayan kişiler için gündeme gelebilir. Ancak bu durumda dahi, kişinin danışmanlık almayı reddetmesi ve ısrarla zararına işlemler yapması gibi ek unsurlar aranır.

Yargılama Sürecindeki Usuli Güvenceler

TMK Madde 406’ya dayalı kısıtlama davaları, kişinin temel haklarına derin bir müdahale içerdiğinden, kanun koyucu süreci önemli usuli güvencelere bağlamıştır.

  • İlgilinin Mutlaka Dinlenilmesi Zorunluluğu: TMK m. 409/1, bu konuda emredici bir hüküm içerir. Akıl hastalığı halinden farklı olarak, TMK m. 406’da sayılan sebeplerle bir kişinin kısıtlanabilmesi için, mahkeme tarafından mutlaka dinlenilmesi gerekir. Bu, adil yargılanma hakkının ve hukuki dinlenilme hakkının bir gereğidir. Hâkim, bu dinleme sırasında kişinin iddialara karşı savunmalarını alır, davranışlarının arkasındaki motivasyonu anlamaya çalışır ve kısıtlama kararının gerekliliği hakkında doğrudan bir kanaat edinir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi, Yargıtay tarafından mutlak bir bozma sebebi olarak kabul edilmektedir.
  • Re’sen Araştırma İlkesi: Vesayet davaları kamu düzenine ilişkin olduğundan, hâkim tarafların sunduğu delillerle bağlı değildir. Maddi gerçeği ortaya çıkarmak için gerekli gördüğü her türlü araştırmayı (tanık dinleme, bilirkişi incelemesi, sosyal inceleme raporu, mali durum araştırması vb.) kendiliğinden yapmakla yükümlüdür.
  • Ölçülülük İlkesi: Hâkim, kısıtlama kararının gerçekten gerekli olup olmadığını, daha hafif bir tedbir olan “yasal danışmanlık” ( TMK Madde 429 ) kurumunun yeterli olup olmayacağını mutlaka değerlendirmelidir. Eğer kişinin sadece belirli işlemleri (örneğin taşınmaz satışı, borçlanma) yaparken korunmaya ihtiyacı varsa, tam kısıtlama yerine yasal danışmanlık atanması ölçülülük ilkesine daha uygun olacaktır.

Sonuç

Türk Medeni Kanunu’nun 406. maddesi, bireyin davranışsal özgürlükleri ile kendisinin ve ailesinin malvarlıksal güvenliği arasındaki hassas dengeyi kuran, uygulaması zor ve dikkat gerektiren bir hükümdür. Bu madde, ayırt etme gücü yerinde olan bir bireyin fiil ehliyetine, onun yerleşik ve zararlı davranış kalıpları nedeniyle müdahale etme imkânı tanır. Ancak bu müdahale, keyfiliğe yol açmamak için son derece objektif ve ağır koşullara bağlanmıştır. Savurganlık, bağımlılık, kötü yaşama tarzı veya kötü yönetim gibi davranışların varlığı tek başına yeterli olmayıp, bu davranışların kişiyi veya ailesini somut ve ciddi bir “darlık veya yoksulluk tehlikesi” ile karşı karşıya bırakması zorunludur.

Yargılama sürecinde, ilgilinin mutlaka dinlenilmesi gibi emredici usul kurallarına titizlikle uyulması ve kısıtlama kararının son çare olarak görülmesi, Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından hayati öneme sahiptir. Hâkim, bu tür davalarda bir ahlak bekçisi gibi değil, bireyin menfaatlerini ve hukukun üstünlüğünü gözeten bir koruyucu olarak hareket etmeli, her somut olayın özgün koşullarını dikkatle değerlendirerek ölçülülük ilkesi çerçevesinde en adil çözümü bulmalıdır.

author avatar
Kübra YILDIZ ÇOLAK