TMK Madde 409 Madde Metni
TMK Madde 409
Bir kimse dinlenilmeden savurganlığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetimi veya isteği sebebiyle kısıtlanamaz.
Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilir.
(Değişik cümle: 2/3/2024-7499/6 md.) Resmî sağlık kurulu raporunun tanzimi için gereklilik bulunması halinde 436 ncı madde hükümleri uygulanır. Hâkim, karar vermeden önce, kurul raporunu göz önünde tutarak kısıtlanması istenen kişiyi dinleyebilir.
Giriş
Vesayet hukuku, bireyin en temel haklarından olan fiil ehliyetine, onu korumak amacıyla müdahale eden son derece hassas bir hukuk alanıdır. Bir kişinin kısıtlanarak vesayet altına alınması, onun hukuki işlem yapma, malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunma ve kişisel özerkliğini kullanma gibi temel özgürlüklerini doğrudan etkileyen, sonuçları itibarıyla son derece ağır bir karardır. Bu denli köklü bir müdahalenin keyfiliğe yer vermeyecek, adil ve hukuka uygun bir süreç sonunda gerçekleştirilmesi, hukuk devletinin en temel gereklerinden biridir. Türk Medeni Kanunu (TMK), bu hassasiyetin bir yansıması olarak, kısıtlama yargılaması sürecini özel usuli güvencelere bağlamıştır. TMK’nın 409. maddesi, bu usuli güvencelerin merkezinde yer alan, “ilgilinin dinlenilmesi” ve “bilirkişi raporu” zorunluluklarını düzenleyen temel normdur.
TMK m. 409, kısıtlama sebeplerini iki ana gruba ayırarak, her bir grup için farklı usuli güvenceler öngörür. Bir yanda, kişinin iradi davranışlarına dayanan savurganlık, alkol/uyuşturucu bağımlılığı, kötü yaşama tarzı gibi sebepler; diğer yanda ise kişinin iradesi dışındaki akıl hastalığı veya akıl zayıflığı gibi tıbbi durumlar yer alır. Madde, ilk grup için ilgilinin dinlenilmesini “emredici” bir kural olarak düzenlerken, ikinci grup için resmi sağlık kurulu raporunu “vazgeçilmez” bir delil olarak şart koşar. Ancak maddenin lafzı, modern hukuk anlayışı ve Anayasa ile güvence altına alınan “adil yargılanma hakkı” çerçevesinde yorumlandığında, bu ayrımın göründüğünden daha esnek ve iç içe geçmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu makale, TMK m. 409’da düzenlenen usuli güvenceleri, her bir kısıtlama sebebi özelinde ayrı ayrı analiz edecek, “hukuki dinlenilme hakkı” ile “bilirkişi raporu” arasındaki ilişkiyi, hâkimin bu delilleri değerlendirmedeki rolünü ve bu usul kurallarına uyulmamasının hukuki sonuçlarını doktrin ve Yargıtay uygulamaları ışığında derinlemesine inceleyecektir.
Hukuki Dinlenilme Hakkı ve TMK m. 409’un Anayasal Temeli
TMK m. 409’un ruhunu anlamak için öncelikle “hukuki dinlenilme hakkı” kavramını ele almak gerekir. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan “adil yargılanma hakkı”nın en temel unsurlarından biri olan hukuki dinlenilme hakkı (HMK m. 27), yargılamanın tarafı olan herkesin;
- Yargılamadan haberdar edilme,
- Kendi iddialarını ve savunmalarını ileri sürebilme,
- Aleyhine olan iddia ve delillerden haberdar edilme ve bunlara karşı cevap verebilme,
- Mahkemenin, kendi iddia ve savunmalarını dikkate alarak karar vermesini bekleme haklarını içerir.
Bir kişinin fiil ehliyetinin kısıtlanması, onun hukuki statüsünü temelden değiştiren bir yargılamadır. Bu süreçte, hakkında kısıtlama kararı verilecek olan kişinin, bu karara dayanak olan iddiaları, tanık beyanlarını, bilirkişi raporlarını öğrenme ve bunlara karşı kendi beyanlarını, itirazlarını ve delillerini mahkemeye sunma hakkından mahrum bırakılması düşünülemez. TMK m. 409, bu anayasal hakkın vesayet hukukundaki en somut yansımasıdır. Madde, hâkime sadece bir delil toplama usulü göstermez, aynı zamanda adil bir yargılamanın asgari standartlarını da belirler.
Davranışsal Sebeplere Dayalı Kısıtlamada “Mutlak Dinleme Zorunluluğu”
TMK m. 409’un ilk fıkrası, savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim veya kişinin kendi isteğiyle kısıtlanması hallerinde, “bir kimse dinlenilmeden kısıtlanamaz” şeklinde emredici bir hüküm içerir. Bu, hâkimin takdir yetkisini tamamen ortadan kaldıran, mutlak bir usul kuralıdır.
- Emredici Niteliği: “Kısıtlanamaz” ifadesi, dinleme yükümlülüğünün yerine getirilmemesinin, verilecek kararı doğrudan sakatlayacağını gösterir. Yargıtay, bu kurala uyulmamasını istisnasız bir şekilde “mutlak bozma sebebi” olarak kabul etmektedir. Kısıtlanması istenen kişi usulüne uygun şekilde davet edilmesine rağmen duruşmaya gelmese dahi, mahkemenin onu dinlemek için her türlü çabayı göstermesi (örneğin, bir sonraki celse zorla getirme kararı vermesi veya bulunduğu yerde dinlemesi) gerekir.
- Dinlemenin Amacı: Bu kısıtlama sebepleri, kişinin iradi davranışlarına ve yaşam tarzına dayanır. Hâkimin, bu davranışların gerçekten var olup olmadığını, süreklilik arz edip etmediğini, kişinin bu davranışlara ilişkin farkındalığını ve savunmasını ilk elden duyması, adil bir karar için zorunludur. Dinleme sırasında hâkim;
- Kişinin iddiaları kabul edip etmediğini,
- Davranışları için makul bir gerekçe sunup sunmadığını,
- Pişmanlık duyup duymadığını ve geleceğe yönelik bir davranış değişikliği niyetinde olup olmadığını,
- Genel anlama ve muhakeme yeteneğini doğrudan gözlemleme imkânı bulur.
- Bilirkişi Raporu ile İlişkisi: Bu hallerde, özellikle alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı durumunda, kişinin dinlenilmesinin yanı sıra bir uzman (psikiyatri, adli tıp) raporu alınması da gerekebilir. Ancak alınacak rapor, dinleme yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Rapor, kişinin bağımlılık düzeyini veya davranışlarının altındaki psikolojik nedenleri ortaya koyarken; dinleme, kişinin hukuki savunmasını yapmasını sağlar. Bu iki delil birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır.
Akıl Hastalığı veya Akıl Zayıflığı Halinde Usul: Rapor ve Dinleme Dengesi
TMK m. 409’un ikinci fıkrası, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlama kararı için farklı bir usul öngörür. Bu fıkraya göre, kısıtlamaya “ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebilir.” Devamında ise, “Hâkim, karar vermeden önce, kurul raporunu göz önünde tutarak kısıtlanması istenen kişiyi dinleyebilir” ifadesi yer alır. Bu fıkra, lafzı itibarıyla iki önemli tartışmayı beraberinde getirir.
Resmi Sağlık Kurulu Raporu: Vazgeçilmez ve Kurucu Delil
“Ancak … üzerine karar verilebilir” ifadesi, resmi sağlık kurulu raporunun bu tür davalarda kurucu nitelikte, olmazsa olmaz bir delil olduğunu gösterir.
- Raporun Niteliği: Raporun mutlaka tam teşekküllü bir devlet hastanesinden, üniversite hastanesinden veya Adli Tıp Kurumu’ndan alınmış olması gerekir. İçerisinde bir psikiyatri uzmanının da bulunduğu bir heyet tarafından düzenlenmelidir. Tek hekim raporu veya özel hastane raporu, kısıtlama kararı için yeterli değildir.
- Raporun İçeriği: Rapor, sadece tıbbi bir teşhis (örneğin, “şizofreni”, “demans”) içermemeli, aynı zamanda hukuki soruna da cevap vermelidir. Yani, kişinin akıl hastalığı veya zayıflığının, TMK m. 405’te aranan hukuki sonuçları (işlerini görememe, sürekli bakıma muhtaç olma, başkalarının güvenliğini tehlikeye sokma) doğurup doğurmadığına dair açık, gerekçeli ve somut bir değerlendirme içermelidir. Hâkim, rapordaki tıbbi teşhisle bağlıdır ancak bu hukuki değerlendirme ile bağlı değildir; dosyadaki diğer delillerle birlikte kendi nihai kanaatini oluşturur.
Kişinin Dinlenilmesi: Takdirden Zorunluluğa Evrilen Yorum
Maddenin ikinci fıkrasındaki “dinleyebilir” ifadesi, lafzı itibarıyla hâkime bu konuda bir takdir yetkisi tanındığı izlenimini yaratmaktadır. Ancak bu yorum, modern hukuk ilkeleri ve özellikle adil yargılanma hakkı karşısında sürdürülebilir değildir. Yargıtay’ın yerleşik ve güncel içtihatları ile doktrindeki baskın görüş, bu ifadenin “dinlemelidir” şeklinde, yani bir zorunluluk olarak yorumlanması gerektiği yönündedir.
- Adil Yargılanma Hakkı Gereği Zorunluluk: Bir kişinin, akıl hastası olduğu iddiasıyla fiil ehliyetinin tamamen elinden alınması sürecinde, kendisine söz hakkı tanınmaması, savunmasının alınmaması en temel insan haklarına aykırıdır. Kişi, hakkındaki raporun içeriğini öğrenme, rapora itiraz etme ve kendi durumunu mahkemeye bizzat anlatma hakkına sahip olmalıdır.
- Hâkimin Doğrudan Gözlem İmkanı: Dinleme, hâkimin sadece rapora bağlı kalmasını önleyen önemli bir denetim mekanizmasıdır. Hâkim, dinleme sırasında kişinin;
- Genel görünümünü, iletişim kurma becerisini,
- Yöneltilen soruları anlama ve mantıklı cevaplar verme yeteneğini,
- Zaman, yer ve kişi oryantasyonunu,
- Hastalığına ilişkin farkındalığını (içgörüsünü) ilk elden gözlemler. Bu gözlem, raporun sağlamasını yapmak ve daha adil bir kanaat oluşturmak için kritik öneme sahiptir.
- Uygulamadaki Durum: Yargıtay, istikrarlı bir şekilde, sağlık durumu elverdiği ölçüde (örneğin, bilinci tamamen kapalı değilse) kısıtlanması istenen kişinin mutlaka dinlenilmesi gerektiğini, bu yükümlülüğün yerine getirilmemesinin tek başına bozma sebebi olduğunu kabul etmektedir. Kişinin mahkemeye gelemeyecek durumda olması, bu yükümlülüğü ortadan kaldırmaz; bu takdirde hâkimin bizzat kişinin bulunduğu yere (hastane, ev vb.) giderek dinlemeyi gerçekleştirmesi gerekir.
Dolayısıyla, “dinleyebilir” ifadesi, artık hukuken “sağlık durumu elverdiği ölçüde dinlemelidir” şeklinde anlaşılmakta ve uygulanmaktadır.
Sonuç
Türk Medeni Kanunu’nun 409. maddesi, vesayet yargılamasının adil ve hukuka uygun bir şekilde yürütülmesinin temel direğidir. Bu madde, bir yandan hâkimin kararını dayandıracağı delillerin niteliğini belirlerken (bilirkişi raporu), diğer yandan yargılamanın en önemli öznesi olan kısıtlanması istenen kişinin temel savunma haklarını (dinlenilme hakkı) güvence altına alır.
Davranışsal sebeplere dayalı kısıtlamalarda öngörülen “mutlak dinleme zorunluluğu”, kişinin iradi eylemleri hakkında doğrudan beyanda bulunma ve savunma yapma hakkını korur. Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı hallerinde aranan “resmi sağlık kurulu raporu” zorunluluğu ise, kararın keyfi değil, objektif ve bilimsel bir temele dayanmasını sağlar. Bu durumda dahi, maddenin lafzındaki “dinleyebilir” ifadesinin, Anayasa ve temel hukuk ilkeleri ışığında bir zorunluluk olarak yorumlanması, hukuki dinlenilme hakkının vazgeçilmezliğinin bir teyididir. Bilirkişi raporu ve ilgilinin dinlenilmesi, birbirinin alternatifi değil, birbirini tamamlayan ve denetleyen iki temel usuli güvencedir. Bu güvencelere titizlikle uyulması, verilecek kısıtlama kararının meşruiyetinin, hukuka uygunluğunun ve en önemlisi vicdani adaletinin temel şartıdır.
