Giriş
Uluslararası ilişkilerin ve hukukun temel taşı, devletlerin imzaladıkları antlaşmalara sadık kalacakları varsayımına dayanan Pacta Sunt Servanda (Ahde Vefa) ilkesidir. Bu ilke, uluslararası sistemde düzeni, öngörülebilirliği ve güveni tesis eder. Ancak, mutlak ve sınırsız bir ahde vefa, zamanla değişen koşullar karşısında devletler için katlanılamaz yükümlülükler doğurabilir ve adaletsiz sonuçlara yol açabilir. İşte bu noktada, Pacta Sunt Servanda ilkesinin en önemli istisnasını ve dengeleyici unsurunu oluşturan Rebus Sic Stantibus (koşulların esaslı surette değişmesi) ilkesi devreye girer.
Latince “işler bu şekilde durdukça” anlamına gelen Rebus Sic Stantibus, bir antlaşmanın yapıldığı sırada mevcut olan koşulların sonradan temelden ve öngörülemez bir şekilde değişmesi halinde, bu durumdan etkilenen tarafa antlaşmayı sona erdirme veya askıya alma hakkı tanıyan bir hukuk doktrinidir. Bu ilke, antlaşmaların zımnen, yapıldıkları andaki koşulların devamı şartına bağlı olarak akdedildiği varsayımına dayanır.
Bu hukuki incelemede, Rebus Sic Stantibus ilkesinin tanımı, tarihsel gelişimi, hukuki niteliği, 1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ndeki yeri, uygulanma şartları ve ilkenin uluslararası yargı kararlarındaki yansımaları detaylı bir şekilde analiz edilecektir.
İlkenin Tanımı, Tarihsel Gelişimi ve Hukuki Niteliği
Rebus Sic Stantibus, bir antlaşmanın bağlayıcılığının, o antlaşma akdedilirken var olan temel koşulların devamına bağlı olduğu fikrini ifade eder. Eğer bu koşullar, tarafların iradesi dışında ve öngörülemeyecek bir şekilde ortadan kalkar veya esaslı surette değişirse, antlaşmanın uygulanmasına devam edilmesini beklemek dürüstlük kuralına ve hakkaniyete aykırı düşebilir.
- Tarihsel Kökenler: İlkenin kökleri, Roma Hukuku ve Orta Çağ Kilise Hukuku’na (Kanon Hukuku) kadar uzanmaktadır. Grotius, Vattel gibi uluslararası hukukun kurucu düşünürleri tarafından geliştirilen bu ilke, başlangıçta oldukça geniş yorumlanmış ve devletler tarafından antlaşma yükümlülüklerinden keyfi olarak kaçınmak için bir bahane olarak kullanılma riski taşımıştır. Bu nedenle, modern uluslararası hukuk, ilkenin uygulanmasını çok katı ve dar koşullara bağlama yoluna gitmiştir.
- Hukuki Niteliği: Rebus Sic Stantibus‘un hukuki niteliği doktrinde tartışmalıdır. Bir görüşe göre bu ilke, tarafların antlaşmayı zımnen “koşullar değişmediği sürece” kaydıyla yaptıklarını varsayan bir “zımni şart” teorisine dayanır. Ancak daha modern ve kabul gören görüş, ilkenin tarafların iradesinden bağımsız, hukukun genel bir ilkesi olduğu ve hakkaniyet ile dürüstlük kuralından kaynaklandığı yönündedir. Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi de bu ikinci, yani objektif yaklaşımı benimsemiştir.
1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi ve Rebus Sic Stantibus
Rebus Sic Stantibus ilkesi, uzun bir teamül hukuku kuralı olarak varlığını sürdürdükten sonra, 1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin (VAHS) 62. Maddesi ile pozitif hukuk kuralı haline gelmiştir. Bu madde, ilkenin kötüye kullanılmasını önlemek amacıyla uygulama koşullarını son derece kısıtlayıcı bir şekilde düzenlemiştir.
Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi – Madde 62 (Şartlarda Esaslı Bir Değişme)
Bir andlaşmanın akdi zamanında mevcut olan şartlarda, taraflarca öngörülmeyen esaslı bir değişme, andlaşmayı sona erdirme veya andlaşmadan çekilme için bir sebep olarak ileri sürülemez; meğer ki: (a) Bu şartların mevcudiyeti, tarafların andlaşma ile bağlanma rızalarının esaslı bir temelini teşkil etmişse; ve (b) Değişmenin etkisi, andlaşma uyarınca henüz icra edilecek yükümlülüklerin kapsamını kökünden değiştirecek nitelikte ise.
Şartlardaki esaslı bir değişme, aşağıdaki hallerde bir andlaşmayı sona erdirme veya ondan çekilme sebebi olarak ileri sürülemez: (a) Andlaşma bir sınır tesis ediyorsa; veya (b) Esaslı değişme, onu ileri süren tarafın ya andlaşma uyarınca bir yükümlülüğü ihlâl etmesinden veya başka herhangi bir tarafa karşı herhangi bir diğer uluslararası yükümlülüğü ihlâl etmesinden kaynaklanıyorsa.
…
Bu maddeye göre, bir devletin Rebus Sic Stantibus ilkesine dayanabilmesi için şu kümülatif (birikimli) şartların tamamının gerçekleşmesi zorunludur:
- Değişikliğin Esaslı Olması: Koşullardaki değişikliğin yüzeysel veya küçük çaplı değil, antlaşmanın temelini sarsacak nitelikte “esaslı” olması gerekir.
- Değişikliğin Öngörülemez Olması: Değişikliğin, antlaşmanın yapıldığı sırada taraflarca öngörülemeyen bir nitelik taşıması gerekir. Eğer bir risk öngörülebilir ise, tarafların bu riski üstlendiği kabul edilir.
- Koşulların Rızanın Esaslı Temelini Oluşturması: Değişen koşulların, tarafların antlaşma ile bağlanma iradelerinin “esaslı bir temelini” oluşturması gerekir. Yani, “eğer o koşulun ileride değişebileceği bilinseydi, taraflar bu antlaşmayı yapmazdı” denilebilmelidir.
- Yükümlülüklerin Kapsamının Kökünden Değişmesi: Değişikliğin etkisi, antlaşma uyarınca yerine getirilecek yükümlülüklerin kapsamını “kökünden” değiştirmelidir. İfanın sadece biraz zorlaşması veya daha masraflı hale gelmesi yeterli değildir; yükümlülüğün niteliğinin tamamen farklılaşması gerekir.
- Değişikliğin İddia Eden Tarafın İhlalinden Kaynaklanmaması: İlkeyi ileri süren taraf, koşulların değişmesine kendi hukuka aykırı eylemiyle (antlaşmayı veya başka bir uluslararası yükümlülüğü ihlal ederek) sebep olmamalıdır. Bu, “kimse kendi kusurundan faydalanamaz” genel hukuk ilkesinin bir yansımasıdır.
Uygulama Alanının İstisnaları (VAHS m. 62/2)
Viyana Sözleşmesi, ilkenin istikrarı bozma potansiyeli en yüksek olan iki durumu açıkça kapsam dışı bırakmıştır:
- Sınır Antlaşmaları: Devletlerin toprak bütünlüğü ve sınırların kesinliği, uluslararası barışın temelidir. Bu nedenle, koşullar ne kadar değişirse değişsin, bir sınır antlaşmasının sona erdirilmesi için Rebus Sic Stantibus ilkesi ileri sürülemez.
- İhlal Eden Taraf: Kendi yükümlülüğünü ihlal ederek koşulların değişmesine neden olan taraf, bu ilkeye dayanamaz.
Uluslararası Yargı Kararlarında Rebus Sic Stantibus
Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve selefi olan Sürekli Uluslararası Adalet Divanı, Rebus Sic Stantibus ilkesinin varlığını teorik olarak kabul etmekle birlikte, uygulamada bu ilkeye dayanan iddiaları neredeyse her zaman reddetmiştir. Mahkemeler, ilkenin dar yorumlanması gerektiğini ve uluslararası istikrarın (Pacta Sunt Servanda) öncelikli olduğunu vurgulamışlardır.
Gabčíkovo-Nagymaros Projesi Davası (Macaristan/Slovakya), 1997: Bu dava, ilkenin modern yorumu açısından en önemli davadır. Macaristan, 1977’de Çekoslovakya ile imzaladığı bir baraj projesi antlaşmasını, siyasi rejim değişikliği, projenin ekonomik kârlılığının azalması ve çevreye ilişkin yeni bilimsel bilgilerin ortaya çıkması gibi koşullardaki esaslı değişiklikleri gerekçe göstererek sona erdirdiğini iddia etmiştir.
UAD’nin Kararı: Divan, Macaristan’ın tüm iddialarını reddetmiştir. Siyasi koşullardaki değişikliğin antlaşmanın amacını etkilemediğini, ekonomik kârlılığın azalmasının öngörülebilir bir risk olduğunu ve çevreyle ilgili yeni bilgilerin yükümlülüklerin kapsamını “kökünden” değiştirmediğini belirtmiştir. Divan, VAHS’nin 62. maddesindeki şartların çok katı olduğunu ve bu davada gerçekleşmediğini vurgulayarak, ilkenin ancak “istisnai durumlarda” uygulanabileceğini teyit etmiştir.
Balıkçılık Yetkisi Davası (Birleşik Krallık/İzlanda), 1973: İzlanda, balıkçılık tekniklerindeki gelişmeler nedeniyle balık stoklarının tehlikeye girmesini koşullarda esaslı bir değişiklik olarak ileri sürmüştür. UAD, bu değişikliğin tarafların yükümlülüklerini kökünden değiştirmediğine karar vererek İzlanda’nın iddiasını kabul etmemiştir.
Bu kararlar, uluslararası yargının Rebus Sic Stantibus ilkesine ne kadar ihtiyatlı yaklaştığını ve Pacta Sunt Servanda ilkesini korumaya ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Sonuç ve Değerlendirme
Rebus Sic Stantibus, uluslararası antlaşmalar hukukunda adalet ve hakkaniyeti sağlamak için var olan, ancak istikrarı bozma potansiyeli nedeniyle son derece sınırlı ve dikkatli kullanılması gereken bir araçtır. Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, bu ilkeyi pozitif hukuka aktarırken, kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla çok katı ve dar yorumlanması gereken kümülatif şartlar öngörmüştür.
Uluslararası Adalet Divanı’nın içtihadı, bu dar yorumu teyit etmekte ve ilkenin ancak çok istisnai hallerde uygulanabileceğini göstermektedir. Sonuç olarak, Rebus Sic Stantibus teoride var olan ancak pratikte uygulanması neredeyse imkânsız hale getirilmiş bir “kaçış klozu” olarak nitelendirilebilir. Bu durum, uluslararası sistemde hukuki güvenlik ve antlaşmalara bağlılık ilkesine verilen önceliğin açık bir göstergesidir. İlke, ahde vefanın katı uygulamasının doğurabileceği büyük adaletsizlikleri önlemek için bir emniyet sübabı olarak varlığını sürdürmekte, ancak bu sübabın kapağı ancak olağanüstü bir basınç altında açılabilmektedir.
